Melez kampında Athena kızı Lucy ve benim su perisiyle yaşadıklarımızdan sonra herkes bizi tanıyordu. Kulübemde meşhur olmuştum, kampın genelini de daha fazla korkutmuştum. Aman ne güzel!
Kulübemde oturmuş neden Hades'in kızı olmak zorunda olduğumu düşünüyordum. Kampın kalanı benden nefret ediyordu ve babam bunca yıl beni sahiplenmemiş, tam da iyi arkadaşlar edinmeye başladığım yerde beni kızı olarak kabul etmişti. Neden bu kadar beklemişti peki?
"Babanı tanımıyorsun" dedi bir ses. İçeride sanki sabah koşusuna çıkmış gibi duran bir adam vardı. Üzerinde eşofmanları, elinde bir cep telefonu vardı. Onu tanımıştım.
"Tanrı Hermes! Hades kulübesinde ne arıyorsunuz?" Tamam, biraz kaba olmuştu ama heyecanımı saklayamamıştım. Belki de babamın Hades olmadığını falan söyleyecekti. Zaten babamın Hades olması çok saçmaydı, kılıcımda Zeus'un şimşeği vardı. Bu büyük bir hataydı, değil mi? Ben aslında Zeus'un kızıydım.
"Hayır, sen Zeus'un kızı değil, Hades'in kızısın" dedi Tanrı Hermes.
"Düşüncelerimi mi okuyorsunuz efendim?" dedim. Tanrı Hermes gülümsedi.
"Seni Olimpos'a götüreceğim. Seninle konuşmak isteyen büyük bir Tanrı var" dedi. Ama Hades Olimpos'ta değildi ki!
Tanrı Hermes, bu sefer düşüncelerimi duymazlıktan geldi ve elime bir inci verdi.
"Bunun üzerine bas ve Olimpos'u düşün. Orada buluşuruz" dedi ve kayboldu. Bende vakit kaybetmeden dediğini yaptım ve Empire States Bnasının en alt katında buldum kendimi.
"İyi de burası Olmipos değil" diye düşündüğümü hatırlıyorum. O sırada tekrar Hermes'i gördüm.
"Hayır, Olimpos 600. katta" dedi. 600. kat mı? Ama bu binanın o kadar katı yoktu ki!
"Hadi gel" dedi ve asansöre bindik. Ve gerçekten 600. kata vardık! Eh, Hades'in kızı olduğuma şaşırmıyorum ama Empire States Binasının 600 katlı olduğuna şaşırıyordum!
Asansörden indiğimizde nihayet Oimpos'u gördüm. Olimpos'u betimlemek pek de öyle kolay bir şey değildi aslında. Bembeyaz malikaneler altın gibi parlıyorlardı ve Olimpos dağının iki yanını çevreliyorlardı. Sokaklarda ılık ve hoş bir rüzgar tenimi okşuyordu ve kendimi hiç olmadığım kadar mutlu hissediyordum. Ben buraya aittim işte, aptal yer altı dünyasına değil!
Tanrı Hermes'le beraber taht odasına girdiğimde 3 metre boyunda devasa heykellere benzeyen birbirinden güzel tanrıların bakışları bana yöneldi. Hepside küçümser ve aşağılayıcı bakıyorlardı. İlk defa babamın Hades olduğunu kabullenmiştim...
"Hades kızı, yaklaş" dedi Tanrı Zeus. O kadar kudretli görünüyodu ki, bir an nasıl olur da onun kızı olduğumu düşünürüm diye kendimee sormadan edemedim.
"Kılıcını çıkart" dedi Zeus yumuşak bir sesle. Çekinerek saatimi kılıcıma çevirdim.
"Şimdi de şimşekleri aç" dedi. Tam bunu yapacakken bir ses duydum.
"Sakın ha yapma! Şimşekleri geri almak istiyor. Rol yap, şimşekten haberin yokmuş gibi davran" dedi ses.
"Efendim, benim şimşekten haberim yok" dedim. Zeus kükredi.
"Bana yalan söyleme çocuk! Ver şimşeklerimi!" dedi.
"Tanrı Zeus, gerçekten şimşekleri bilmiyorum. Yoksa şimşeğiniz mi çalındı! Bu Percy Jackson'dan beri ilk oldu sanırım. Çok üzgünüm, ama onu bulabilirim" dedim. Zeus iyice kızmıştı.
"O kılıcı kızım Thaila için yapmıştım ben! Kendi şimşeğimden yapıldı o kılıç! Büyük olasılıkla dünyanın en güçlü silahlarından birisi o! Ver onu" dedi.
"Efendim, bir Hades kızı olarak bana güvenmediğinizi biliyorum, ama bu kılıcı bana babam verdi, yani ben çalmadım. Ve siz benden daha iyi biliyorsunuz, Tanrılar birbirlerinin eşyalarını çalmazlar. Şimdi izninizle, kampa dönmem gerekiyor" dedim ve ardıma bile bakmadan koşmaya başladım. Yine de bu Zeus'u ikna etmiş gibydi. Haklı olduğumu biliyordu. Ama bilmediği şey, ikimizin de haklı olduğuydu!
"Yalan söylediğini biliyorum. Ama sırrını saklayacapım Hades kızı" diye bir ses duydum. Bu Tanrı Hermes'ti. Ona ceva vermek yerine koşarak kampa döndüm.
Neredeyse tüm tanrılara yalan söylemiştim ve onlarda buna inanmıştı. Bakalım daha ne vukuatların olacak Hades kızı...