Rp Yeri: Arena
Görev: 1.
Katılacaklar: Lucy + isteyen herkes
Melez kampında garipliklerle dolu ilk haftamı geride bırakmıştım. Kampa geleli iki gün olmuşken, hiç tanışmadığım annemin kim olduğunu öğrenmiştim -kendisi bilgelik tanrıçası Athena idi. İlk söylediğim laf 'ah harika' olmuştu. Kendimi bildim bileli zekama güvenmem! Aslına bakarsanız, stratejinin kelime anlamı benim ama bunun bir çeşit savaş refleksi olduğunu düşünürdüm. DEHB olduğunu düşünen her sorunlu, matematikten zerre kadar anlamayan öğrenci, Bilgelik Tanrıçası'nın çocuğu olduğunu öğrendiğinde bir çeşit şok yaşıyordur eminim...
Herneyse, konumuza dönüyorum. Tüm garipliklerine rağmen bu kampı sevmiştim çünkü bana yuvamdaymışım hissi veriyordu ayrıca burada -Ares çocukları hariç- arkadaş canlısı birçok melez vardı. Kılıç kullanmakta her daim iddialı olmuşumdur, bu nedenle arenaya gidip biraz antrenman yapmaya karar verdim. Bana uygun bir rakip bulabilmek için etrafıma bakınırken, karşımda uzun boylu bir adam belirdi. Siyah saçları omuzlarının hizasındaydı ve hafif dalgalıydı, gözleri de saçlarına uyum sağlayan hınzırca bir siyah ışıltıyla parlıyordu. Bende uyandırdığı ilk düşünce 'Arkama bakmadan kaçsam iyi olacak' oldu fakat, hafif bir reverans yaparak kendimi tanıtmakla yetindim.
"Merhaba, ben Athena kızı Lucy. Kabalık olmazsa sormak isterim, siz kimsiniz?"
Adam 25-30 yaşlarında gibi görünüyordu ve kesinlikle bir melez değildi. Nereden mi anladım? Hey, ben Athena kızıyım, o kadar da sağduyum olsun!
"Kim miyim? Ah bu çaylak melezler! Ben senin yeni eğitmeninim Athena kızı. Kılıç konusunda kendini geliştirmene yardımcı olacağım. Şimdi,bir düelloya ne dersin?"
Adını söylememiş olmasını tuhaf bulmuştum, belli ki kimlik problemleri vardı. -Size hiçbir zaman Athena'nın en zeki çocuğu olduğumu söylemedim zaten- düello teklifini kabul ettim ve kılıcım Nefesalan'ı kınından çıkardım. Kemerime sıkıştırmış olduğum yedek silahım korkunç hançer, yerinde duruyordu. Daha önce hiç hançer kullanmamıştım ama ihtiyaç halinde başvurursam, başarılı olacağımı umut ediyordum.
"Gardını al melez, başlıyorum." dedi eğitmenim ve kılıcını hızla üzerime savurdu.
Hamlesini son anda engelleyebildim ve karşı atağa geçtim. Bu adam kılıç kullanmakta çok iyi değil gibiydi ama aşırı hızlıydı. Kıcını sol eliyle tutuyordu ve sağ elini garip bir şekilde havaya kaldırmıştı. Daha savunmasız olan sağ tarafını yaralamayı hedefleyerek, omzuna bir darbe indirdim. Acıyla haykırdı ve kılıcını yere atarak sol eliyle omzunu tutmaya başladı.
"Seni pislik! Beni yaraladın!"
Tamam, artık sağduyuma kulak vermenin vakti gelmişti. Adamın yarasından akan kan altın sarısıydı ve çevresini bir çeşit duman sarmaya başlamıştı. Birşeyler garipti. Ayrıca daha kamptaki ilk haftamda kılıç eğitmenimi yok edersem, diğerlerinin gözünde iyi bir izlenim yaratmış olmazdım.
"Sizi derhal Büyük Ev'e götürmem gerekiyor, ben... üzgünüm. Amacım zarar vermek değildi."
"Gözlerime mahçubiyetle bakmayı kes melez! Ben kılıç eğitmeni falan değilim!"
Sonra olanlar oldu. Adamın etrafındaki duman iyice yoğunlaştı ve suratı çok daha korkunç bir hal aldı, etrafındaki hortumdan vücudunu artık seçemiyordum ve yarasamsı kanatları meydana çıkmıştı! Belayla her karşılaştığımda söylediğim içinden bilgelik akan cümlemi dile getirdim:
"Ah harika!"
Kafamdaki güvenli yuva modeli anında darmadağın oldu. Tam karşımda ne olduğunu anlayamadığım bir duman adam vardı! Yardım çağırmak için etrafıma bakındığımda, dumanın her tarafı kaplamış ve çevremdekileri görmeme engel olur bir hale gelmiş olduğunu fark ettim. Işık sağlaması için kılıcımı kullandım ve burada yalnız olduğumuzu anladım. Sadece o ve ben vardık, savaşacak ve kazanacaktım -başka şansım yoktu- .
Sonrasında herşey çok hızlı gelişti. Etrafımı korkunç bir rüzgar kapladı ve nefes almamı zorlaştırdı. Artık tuhaf bir adam değil, bir duman kütlesine dönüşmüş olan canavar, her an her yerdeydi. Fazla vaktim kalmamıştı. Belki... Belki sadece bir atak yapma şansım vardı.
Derin bir nefes alarak -bunu yapmak çok zor olmuştu- kılıcımı kendi çevremde hızla döndürmeye başladım. Ağzımdan çıkan laflar bana yabancıydı ancak o anda bunu önemsemedim.
"Ben Athena kızı Lucianna, senin işini bitireceğim!"
Hızla hareket ediyor ve kılıcımı bir o yana bir bu yana sallıyordum. Beynim vücudumun yapmaya çalıştığını geç de olsa anladı, duman adamın hızına yetişmek için çabalıyordum. Aklıma bir fikir geldi, onun rüzgarının bana yardımcı olmasını sağlayacaktım. Kendimi havaya fırlattım ve hava akıntısının beni savurmasına izin verdim. Tam tahmin ettiğim gibi, uçarak ona doğru gidiyordum. Düşmanımın hemen arkasındaydım. Daha da hızlanmak için çabaladım ve sonunda, ona ulaşmayı başardım!
Çok hızlıydı evet, ama ben de bir yarı-tanrıydım. Hızını arttırarak kaçmasına izin vermeden kılıcımı ensesine geçirdim, sonra 'BUM!' duman adam kayıplara karıştı, arkasında bıraktığı garip uğultunun eşliğinde ben de yere yığıldım.
Gözlerimi tekrar açtığımda hala arenada yerde yatıyordum. Etrafımda birkaç melez vardı. Bana tuhaf tuhaf baktılar. Bir tanesinin sorduğu soru beni hayal kırıklığına uğrattı:
"Hey, burada tek başına ne yapıyorsun? Etrafında garip dumanlar vardı ve sonra bir anda yere çakıldın."
"Bir adam... Dumandan bir yarasa-adam bana saldırdı! Onu öldürmeyi başardım..."
Bana acıyan gözlerle bakmalarına daha fazla dayanamayacaktım!
"Ben ciddiyim, o buradaydı! Bir şekilde arenaya gelmişti..."
"Bak Lucy, belli ki yaşadıkların sana çok ağır geldi ama inan bana, bir fırtına ruhunun kampın sınırlarını geçip buraya gelmiş olması imkansız. Öyle kötü bir ruh, içeriden biri davet etmedikçe buraya gelemez, inan bana."
Ah harika! Demek ki içimizde bir hain vardı ve beni öldürmesi için kampa bir fırtına ruhu davet etmişti. İşin kötüsü, buradakiler sadece deli olduğumu düşünüyorlardı. Bir kanıt bulabilmek için dövüştüğümüz alana göz attım ama ortada hiçbir şey yoktu. Kötü ruh, yok olmuştu ve ben... aklımdaki soru işaretlerine rağmen bunu düşünmeyi sonraya bırakmaya karar verdim ve akşam yemeğimi yemek için yola koyuldum.