Hayatta en nefret ettiğim şeylerden birisinin annem olduğunu sanırdım. Çünkü sürekli beni cezalandırır, sadece hoşuna gittiği için bana bağırırdı. Ama bana daha önce hiç vurmamıştı. O güne kadar...
Kampta tek arkadaşım Lucy ile dolaşıyorduk. İlk resmi görevimiz olan Lotus kumarhanesindeki kızı kurtarmıştık. Orada tam ölecekken Tanrıça Athena yardımıma yetişmişti. Orada ölecekken aklımda olan tek bir kişi vardı. Görevimizi tamamladığımızdan beri aklımda olan kişi... Annem...
Lucy ile dolaşıyorduk ve bana babasını anlatıyordu. Bir an dikkatimin dağıldığını ve onu dinlemediğimi fark ettim.
"İyi misin Stell?" diye sordu Lucy.
"Evet, ben sadece... Şey, sanırım annem aklıma geldi" dedim. Lucy sessizleşti. Ona daha önce annemden bahsetmiştim. En zayıf noktamın o olduğunu biliyordu.
"Senin için yapabileceğim bir şey var mı?" diye sordu. Onunda keyfini kaçırmak istemedim ve gülümseyerek:
"Hayır, teşekkür ederim. Hadi gel, göl kıyısına gidip yeni arkadaşımız su perisiyle takılalım" dedim.
O akşam annemi kesinlikle görmem gerektiğini kendime söyleyip duruyordum. Yemekten sonra kimseye görünmeden pegasus ahırına yöneldim. Bana bağırıp çağıran pegasuslara aldırmadan, daha benim olmayan Siyah İnci'yi aldım ve üzerine bindim. Hayvan, her zaman olduğu gibi yine çok sakindi ve yanağımı yaladı. Güldüm.
"Kes şunu kızım. Beni gıdıklıyorsun" dedim. Siya inci beni anlamışcasına durdu ve sırtına binmem için eğildi.
"Sağol kızım. Hadi, New York'a gidiyoruz" dedim. Siyah inci şahlandı ve kısa süre sonra kendimi evimin önünde buldum. İçeride annem bir adamla gülüyor, onun ellerini tutuyordu!
Benliğimi büyük bir öfkenin kapladığını fark ettim. Kapıyı çalmadan, hatta ona dokunmadan (bu yüzden nasıl yaptığımı bilmiyorum) kapıyı kırdım ve içeride annemle adamı bastım.
"Bu ne cüret!" dedi annem. Öfkeden ellerimin alev alev yandığını hissediyordum. Annemin de gözleri korkuyla büyümüş ellerime bakıyordu.
"Asıl bu ne cüret! Kaçtığım için bir parti vermediğin kalmış!" dedim öfkeyle. Anne adamı oturma odasına yolladı ve bana döndü. Annem beni sakinleştirmek için sesinin tonunu yumuşatıyordu.
"Sakin ol Stella, lütfen kendine hakim ol ve o ateşi söndür" dedi. Ateş mi? Ama ben ateş yakmamıştım ki! O anda fark ettim ellerimden yükselen sıcaklık aslında ateşti! Ben ateşle oynuyordum! Bundan birazcık korksada yararlanmaya karar verdim.
"Bu adam kim?" dedim sertçe.
"Bay Rubler, ev sahibimiz. Aramızdabir şey yok Stella" dedi annem. Ona bağırdım.
"Sen beni salak mı sandın? Ben doğduğum için gelmeyen babam yüzünden yıllarca beni cezalandırdın, şimdi de bu adamla oturmuş el ele göz göze dururken sakin olmamı mı bekliyorsun! Sen iğrenç bir kadınsın! Babamın seni tekrar görmeye gelmemesne hiç şaşırmıyorum!" dedim.
Sanırım yıllar önce Hades annemin bu huyuna aşık olmuştu, snirlenip kendisini kaybetmesine. Annem geldi ve bana bir tokat attı. Tokatın şiddetiyle yere düştüm. Ayağa kalkarken annemin bana endişeyle baktığını gördüm.
"Özür dilerm Stella, çok üzgünüm kızım, böyle yapmak istememiştim" dedi. Ona nefretle baktım.
"Bu iş daha bitmedi Caroline Fabiano! Bir gün Hades'le beraber geri geleceğim ve bugün yaptıklarına pişman olacaksın!"
Sonrada yapmayı planlamadığım bi rşey yaptım ve yeri yararak içine girip kayboldum.
Siyah incinin yanında belirdim ve onun sırtına bindim. Uçmaya başladık. Altımızda 3 tane dev canavarın bizi kovaladığını fark ettim ve zaten sinirli olduğum için korkunç bir çığlık attım. Tekrar yer yarıldı ve tüm canavarlar bağırarak aşağıya düştüler. Bende ağlayarak melez kampına döndüm...