Anna Maria Benson Athena Çocuğu
Rp Yaşı : 17
| Konu: Anna Maria Ptsi Mayıs 09, 2011 2:36 am | |
| “Saçmalıyorsun Chione!” “Gördüğüme yemin edebilirim!” Odanın kapısını çarparak ayrılmıştı, önüne gelen siyah saçlarını geriye doğru atarak hızlı adımlarla ilerliyordu. Sinirden ellerini yumruk yapmış sadece önüne bakarak terasa doğru gidiyordu. Duraksamasını sağlayan ahşap kapıyı aralayarak kendisini Nil’in manzarasına bıraktı. Mavinin tüm tonlarını barındıran Nil tüm ihtişamıyla yine karşısındaydı, koyu kestane rengi gözlerini bir an olsun alamıyordu. Tüm çölün ortasında belki de tek gördüğü mavilik ona huzuru sağlıyordu, içine dalıp gittiği sonsuz mavilikte sadece kendisiyle baş başa hissediyordu. Kimi zamanlar aklına gelen neden sorusu tüm benliğini rahatsız etse de çoğu zamanlar zihninde ki sorularla yüzleşmek yerine uzaklaşmayı istiyordu. Yüzleştiği zaman da zaten hep bir engel çıkmaz mıydı mı? Fakat belki de gördüğü sadece bir hayaldi Oseye’nin dediği gibi. Kestane rengi gözlerini bir an Nil’in maviliğinden alarak gök yüzünü tüm ihtişamıyla aydınlatan güneşe yöneltti. Elini kara parçası arayan bir korsan edasıyla siper ederek güneşe doğru bakmaya çalıyordu. Belki de Oseye haklıydı, güneşin bayıltıcı sıcağı yüzünden yine hayal görmüştü? Her ne kadar Oseye’nin haklı olmasını istemese de son günlerde yaşadıklarını düşündükçe başka bir seçenek olmadığı kanısına varıyordu. Ahşap kapının yeniden aralanmasıyla aklında ki düşüncelerden kurtulmuştu. Gelenin Oseye olduğunu kestane rengi gözlerin kısıp öfkeyle ne var dercesine bakıyordu. Oseye, Chione’nin bu bakışı herkesten iyi bilirdi, her zaman ki umursamazlığına bürünerek “biraz maceraya ne dersin Cho?” Yeşil gözlerini Chione’e dikmiş ondan gelecek cevabı bekliyordu. İsteksiz bir şekilde Oseye’nin teklifini kabul etmişti genç kız. Amacı sadece zihninde ki düşüncelerden uzaklaşmaktı. Günlerdir rüyasına giren kadının siliüeti aklından çıkmıyor düşüncelerinin arasında yer alıyordu. Bu durum içini kemiren bir merak uyandırıyordu onun için, bir an içinde ki düşüncelerden sıyrılıp Oseye’ye döndü; “Ee sırada ki durak?” Ose’nin dudaklarında muzur bir gülümseme belirlenmişti, parlayan yeşil gözleri aklında ki düşüncenin birer aynasıydı adeta. Dudaklarından dökülen iki cümle Cho’yu hiç bilmediği bir yolculuğa sürüklemişti. Piramit keşfi…
Her ne kadar piramitlere birkaç defa da gitmiş olsa yine de labirenti anımsatan devasa büyüklükte karmaşık tünellerin hiç bilinmedik yönleri her defasında onu daha da şaşırtıyordu. Ose’nin peşine takılarak kendisini sürükleyecek olan yolculuğa ilk adımını attı. Dışarı çıktıklarında güneş her zamankinden daha da sıcaktı, lakin hafif esen rüzgar hoş bir duyguyla tenine okşuyor, güneşin verdiği bunaltıyı bir anlık yok ediyordu. Koyu kestane rengi gözleri yine Nil’in büyüleyici maviliğine kapılmıştı, suyun içinde hayat savaşı veren pek çok canlı, kuş bakışı bir görünümle hoş bir izlenim yer alıyordu. “Neredeyse geldik Cho!” Gözünü eliyle siper ederek ileride ki büyük piramitlere doğru baktı. Her zamanki gibi tüm ihtişamıyla karşısında duruyordu. Dünya üzerinde yılların eskitemediği birkaç tarihten biri karşısında etkileyici bir izlenimle ayakta duruyordu. Ose’nin elini kavrayıp peşinden çekiştirmesiyle adımlarını biraz daha hızlandırmıştı. İleride ki gezi rehberinin turuna her zaman ki gibi gizlice katılıp büyük piramidin içine girmişlerdi. Duvarları boydan boya kaplayan hiyeroglifler çözülmeyi bekleyen bir bulmacayı anımsatıyordu adeta, fakat Ose’nin sabırsız bekleyişiyle kısa arkeologluğu sona ermişti. “Bu taraftan Cho!” Kendisinin çekiştirilmesinden nefret ettiği bir gerçekti, her ne kadar bunu Ose’ye defalarca söylemiş olsa bile vurdum duymazlığı sayesinde umursamıyor yine kendi bildiğini yapıyordu… Büyük koridorlardan ilerledikçe etraf daha loş bir hal alıyor tüneller gittikçe sıklaşıyordu. Cho bu duruma alışıktı, Ose ile yaptıkları her toplantı da neredeyse büyük salon adını verdikleri yerde bulup planlarını yapıyorlardı. Ose’ye göre kutsal bir alandı, Cho ise içten içe sıradan olduğu kanısındaydı. İki genç kız büyük salona geldiklerinde etrafta yine sessizlik hakimdi, kahverengi kıvırcık saçlarının buklelerini geriye doğru atarak birkaç adım öne çıkıp yine Chione’nin rehberliğine başlamak üzere klasik konuşmalarından birini yapmaya başlamıştı.
“Söylentiye göre Hike bu labirentleri yaparken Serapis’inde yardımıyla yapmış. Özel bir büyü ile ölüler ordusuyla korunuyormuş. Hike kendi tapınağının odasında güçlerinden bir kısmını muhafaza etmiş ve Ammut’u bekçi olarak görevlendirmiş.” Ose her zaman ki gibi labirentin efsanesini anlatmaya başlamıştı. Cho ise yeni bir yer keşif umuduyla etrafına alıcı gözüyle bakınıyordu “Dağılalım, tamam?!” Ose’un gür ve hevesli sesi ile birlikte ne derdin dercesine kahverengi gözlerini Ose’e doğru çevirip küçük bir çocuk edasıyla baktı. Ose bundan nefret ediyordu, kendisinin boş bir anlatıcı olarak görüyordu “yeniden başlamamı mı istiyorsun?” Cho duyduğu söz üzerine “pekala, sen sol tarafa ben sağ tarafa gideceğim. Eğer birimiz Ammut’a rastlarsa ki; bu hiçbir zaman oluyor… Çığlık atıp kaçıyoruz.” Ose maceracı ruhunu öne çıkartarak sola doğru yol almaya başlamıştı. Cho ise başını her zaman ki gibi sağa sola sallayıp derin bir iç çekti. Bu Oseye ile çıktığı ilk piramit keşfi değildi. Her seferinde Oseye Hike’in hikayesini anlatıp ardından farklı yönlere dağılmak üzere emir verirdi, ardından hiç görmemişçesine küçük bir çocuğun heyecanıyla araştırmaya koyulurdu. Cho bu alışıktı, bu sefer farklı bir yönden seçerek tünelin en dip ucunda ki sağ taraftan gitmek istemişti. Gideceği yer hakkında en küçük bir fikre sahip değildi bu sefer, içini kaplamış heyecan sanki Ose’nin durumuyla aynıydı. Elinde ki fenerle etrafa bakınıyor, girdiği her tünelin başına elinde ki küçük taşla bir işaret bırakıp bilmediği tünellerin derinliklerine doğru ilerliyordu. Daha önce bunu hiç yapmamıştı, içini kaplayan korkuyla karışık heyecan onu daha da meraklandırıyor, bilmediği bir yolculuğa sürüklüyordu.
Adımlarını hızlandırarak duyduğu sese doğru yöneldi. Feneri tuttuğunda gözlerine inanamayarak hızla koşamaya başlamıştı. Büyük Sfenks canlanıp bir minyatür canlıya mı dönüşmüştü, yoksa tüm bunlar sadece bir düş müydü? Arkasına tekrar batlığında bu sorunun cevabını almıştı, peşinden gelen Sfenks’i görünce tüm gücüyle labirenti anımsatan koridorlarda koşmaya başlamıştı. Neredeyse yarım saat önce Nil’in yatağında piramitlerin arasında Mısır’ı süsleyen Sfenks canlanıp peşindeydi. “İhtiyacım olduğunda Tanrı Wosyet neden burada olmaz ki?” hiç rastlamadığı ama inandığı Tanrı’lara içten bir dua göndererek tünellerin daraldığı bir alana girip peşinde ki yaratığı geride bırakmıştı. Yaşadıklarına hala inanamıyordu. Bir an Hike’nin odasını bulduğunu düşünmeye başlamıştı; yoksa Amut minyatür bir Sfenks mi düşüncesi zihninde ki cevapsız sorular arasına katılmıştı. Tek düşündüğü içinde ki karmaşadan çıkıp Ose’yi bulmaktı. “Ose!... Oseye!...” Sesi her zamankinden boğuk çıkıyordu. Bu kez korkuyordu, kendisinin bile bilmediği tüneller onu çıkmaza götürmüştü. Ayaklarının daha fazla bedenini taşıyacak gücü kalmamıştı oturduğu yerde donmuş gözlerle etrafına bakınıyordu. Ellerini başının arasına almış, her şeyin daha iyi olacağını tekrar ediyordu. Daima kendisinden kararlı yapısı bir an yıkılmış gibiydi, kendi söylediği sözlere inanmak istiyordu ama yapamıyordu. Duyduğu ses ile irkilmişti, göz bebekleri büyümüş kalbinin ritmi gittikçe hızlanmıştı. Tünelin diğer ucundan gelecek kişinin peşinde ki Sfenks olduğunu düşünmeye başlamıştı. Endişeyle gelen ışığa doğru baktı, gelen kişinin sadece okul arkadaşı Tristan olduğunu görünce sessizce mırıldandı; “Wosyet’e şükür olsun.”
“Hey sen melez!” Şükranlarını erken söylediği için diğer taraftan lanet okuyordu. Adam akıllı bir kurtarma örgütü geldiği için bir an sevinmişti lakin Trist’in kendisine melez diyerek hitap etmesine anlam veremiyordu. “Trist sen iyi misin? Melez de nereden çıktı, ayrıca burada ne aryorsan hiçbir fikrim yok ama iyi ki de buradasın. Hadi gidelim!” Cho Trist’in elinden tutmuş tıpkı Ose’nin ona yaptığı gibi çekiştirmeye başlamıştı. Arkasından gelen Sfenkes ile karşılaşmamayı umuyordu. Genç çocuk Cho’nun bileğinden kavradığı gibi durması için bu sefer o çekiştirmeye başlamıştı. Her ne kadar bu durum Cho’yu sinirlendirse de diğer yandan canlanan Sfenks aklına geldikçe endişesi artıyordu. Tristan sakin fakat kendinden bir emin ses tonu ile “bir durur musun artık Cho! Sfenks için endişelenmene gerek yok!” Choine duydukları karşısında hayrete düşmüştü, Trist’e peşinde ki Sfenks’ten bahsettiğini anımsamıyordu. Kendinden emin olduğu bir konu varsa o da ne söylediğiydi; küçük bir çocuk edasıyla “Sfenks hakkında nasıl bilgi sahibisin, sana bahsetmemiştim bile?” Genç çocuk olayların daha sarpa bağlanmaması açısından her şeyi anlatmaya karar vermişti, sesinde ki kararlığı sürdürerek “bana inanmaya bilirsin ama ben bir Satirim. Peşinde ki yıkım ve kötü şansı temsil eden bir canavardı, sanırım bugün şanssız günündesin.” Cho Trist’i anlattıklarını anlamaya çalışıyordu sadece genç çocuk toynaklarını gösterdiği zaman Chione Ammut’u görmüşçesine çığlık altmıştı. Diğer taraftan Trist onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Derin bir nefes alan genç kız içinde bulunduğu arap saçına dönüşmüş olayların içinden çıkmak istiyordu, lakin Trist’in zamansız söylediği cümle onu afallatmıştı. “Sen de bir Tanrı’nın kızın Cho, buraya seni melez kampına götürmeye geldim. Biliyorum aklın karışmış durumda ama benimle gelirsen emin ol tüm merak ettiklerine cevap bulacaksın.”
Trist’nin sözleri çoğu zaman uçuk kaçık olsa da artık Cho’ya öyle gelmiyordu. Peşinde ki Sfenks’i ve Trist’in bir Satir olduğunu düşündükçe neden olmasın sözü zihninde yer alıyordu. Diğer bir açıdan tüm hayatını ailesi olarak bildiği insanların yanında geçirdiğinden acı bir gerçekle yüzleşmişti. Trist’in söyledikleri doğru ise evde onu bekleyen iki genç çift gerçekten ailesi miydi? Bir yandan farklı olmanın hissi diğer açıdan ise ailesi hakkında ki gerçekler aklını karıştırmıştı. Trist’e dönerek “pekala seninle geliyorum. Ama emin ol söylediklerin hakkında biri bile doğru değilse bunu sana ödetirim satır çocuk.” Sözlerinde kararlıydı, Trist ise pek umursamıyordu. Yeniden Chione’ye dönerek “tamam, ama ilkten şu piramitten çıkalım. Siz Mısır’lılar çok tuhafsınız. Kötü şansı temsil eden bir canavarın bile heykelini yapmışsınız. Pardon Sfenks!” son sözünü Cho’nun bakışı üzerine vurgulayarak söylemişti. Daha fazla konuşmadan içinde bulundukları piramitten çıkmışlardı. Çıkışta Ose’un gözü yine Cho’daydı. Kafasına taktığı kaşif şapkasını havaya kaldırarak Cho ile Trist’e sesleniyordu. Genç kız bir an içeride yaşadıklarını Oseye’ye anlatacak olduysa da sabah yaşadıkları gözünün önüne gelince vazgeçmişti. Kendisini daha da çatlak duruma düşürmek istemiyordu. Gözü piramitlerin ardından kalan dev Sfenks yapıtındaydı. Kendi kendine mırıldanarak Ose’ye doğru ilerledi. Hep böyle kal… Ose içeride yaşadığı düş kırıklığını bir kez daha arkadaşına anlatırken Cho’nun gözü ise onu bekleyen satirdeydi.
- Bilgi:
Başka bir sitede yaptığım rol oyunumdur.
| |
|
Artemis Tanrıça
Rp Yaşı : Ölümsüz.
| |