“ Chris, senin burada ne işin var?” dedim. Teyzemlerin evinin bahçesindeydim, orası aynı zamanda kendi evim de oluyor. Annemle babam ben çok küçükken araba kazası geçirip ölmüşler. Ama ben bu palavraya hiçbir zaman inanmadım. Chris yani yıllardan beri aşık olduğum çocuk bu bahçedeydi. Üstelik yanıma doğru geliyordu. Heyecandan ölüyordum ki ellerimi tuttu. “ Seni Sevi…” dedi…
Çalar saat deli gibi ötüyordu. Bu da demekti ki her şey bir rüyadan ibaretti. Saati susturum yatağa tekrar gömüldüm. Okulu sevmiyordum zaten. Gitmek ise en son istediğim şeydi. Teyzem odama girdi.
“ Hadi uykucu, kalk. Crystal gitmek için seni bekliyor. Geç kalmayın yine. Bugün onun konuşması var akşam seni mahveder eğer geç kalırsanız.” dedi.
Odamdaki tüm pencereleri açtı ki uyumayım. Evet teyzesi ve kuzeni ile yaşayan ergenlik sorunları olan ucubeyim ben. Kalkmamaya direnince çok sevgili kuzenim Crystal odaya girdi. Eline flütünü almıştı. Kulağımın dibinde çalmaya başladı. Hemen ayağa fırladım.
“ Tamam, pes sen kazandın çık da üzerimi değiştireyim.” dedim. Crystal on üç yaşındaydı ama hiperaktifti. Bende de aynı sorun var ama benim aynı zamanda disleksim var. Yazıları okumakta çok zorlanıyorum.
Üzerime kot ve bir tişört geçirip çantamı ışık hızıyla hazırladım. İçeriden “ Lunaaa, acele et hadi.” diye sesler geliyordu. Anlaşılan Crystal’i çok bekletmiştim. Hemen ayakkabılarımı giydim ve çıktık. Okula gitmeden önce her zamanki gibi kahvaltımızı etmek için θεά café uğradık. Bu yazı ‘ tanrıça’ anlamına geliyordu. Nasıl okuduğumu bende hiçbir zaman çözememişimdir. İçeriye girdik. İçerisi, Antik Yunanistan’ı anımsatıyordu. Bembeyaz sutunlar, pek çok tanrı ve tanrıçanın heykeli vardı etrafta. Crystal bir sandalyede oturup beni bekledi. Bende kendime kahve ve kruvasan, onun içinde milkshake ve çörek söyledim. Crystal’in yanına oturup beklemeye başladım siparişlerimizi.
Crystal kalem ve kağıt çıkartıp bir şeyler karalıyordu. Sürekli siliyor, başka bir şey yazıyordu. Çıldıracakmış gibi bir hali vardı. Sonunda dayanamayıp
“ Ne yapıyorsun da bu kadar streslisin?” dedim. Bana sadece göz ucuyla baktı ve karalamaya devam etti.
“ Bu günkü konuşmam bu. Unuttun mu dün tüm gün çabaladım yazmak için.” dedi. Kafamı salladım, dün gece yarısına kadar bu konuşma üstüne çalışmıştı. Konusunu sır gibi saklıyordu ama önemli olduğu kesindi. “ Onu henüz yazamadım. Aklıma hiçbir şey gelmiyor, çıldırmak üzereyim Lulu.” Siparişlerimiz geldi. Crystal ağlamaya başladı. Teselli etmeye çalıştım ama itiraf edeyim ki bu konuda berbatımdır.
“ Crys, üzülme. Sen çok yeteneklisindir yazma konusunda. Kafanı boşalt ve yazmaya başla. Konuyu bilmiyorum ama bu yazıyı bitirene kadar okula gitmeyelim. Oradaki baskıyla hayatta yazamazsın.” dedim. Sanırım tesellim işe yaramıştı. Yazmaya başladı.
İki saat sonra bitirmişti. Okumama izin vermedi. Kağıdı çantasına tıktı ve koşarak dışarı çıktık. Okula son sürat koştuk. Neyse ki sadece iki yada üç ders kaçırmıştık. Crystal koşa koşa öğretmenler odasına çıktı. Bende hemen kimya laboratuarına koştum. Okulumuz hem liseyi hem de ilköğretimi aynı ortamda barındırıyordu. Bu sayede Crys’ı sürekli görüyordum.
Derse yetiştim, hemen kitaplarımı çıkarttım. Öğretmenimiz içeri girdi ve sıkıcı, bitmek bilmeyen kimya dersi başladı.
Bir sonraki ders bizi konferans salonuna aldılar. Bu da demekti ki matematik dersini çekmeyecektim. Boş bir koltuk bulup oturdum. Crys’tan başka tanıdığım yoktu okulda. Ben okulun dislesili ucube kızıydım çünkü. Herkes yerlerine oturunca sunucu çıktı ve
“… konuşmasını yapmak üzere Crystal Harrods’u sahneye davet ediyorum.” dedi. Kızı dinlememiştim bu yüzden de konuşmanın konusunu kaçırmıştım. Crystal okulun en zeki kızıdır bu yüzden inekçe birşeyler zırvalayacağına emindim diyebilirim. Yine de o benim kuzenimdi ve onu dinlemek zorundaydım.
“ Değerli öğretmenler, sevgili öğrenciler..” diye başladı konuşmaya. Onu dinleyecektim ama gözüme biri takıldı. Sarışın bir kız elindeki bir kalemi bez ile siliyordu. Ama ona dikkatli baktığında elindekinin bir kılıç olduğunu anladım. Kız ona baktığımı görünce kılıcını saate dönüştürüp salondan ayrıldı. Kızdan çok şüphelendiğim için bende kızın peşinden gittim.
Okuldan çıktı. Onu takip etmeye devam ettim. Doğrusu neden bunu yaptığımı bilmiyordum. Sadece ondan şüpheleniyordum ve onu takip etmem gerektiğini biliyordum. Okuldan bayağı uzaklaşmıştık. Bir anda kılıcını boğazıma dayayıp
“Ne istiyorsun?” diye bağırdı. Panik atak geçiriyordum.
“Amacım seni korkutmak değildi. Ben Luna senin okulundayım. Elindeki kılıcı görünce seni takip etmem gerektiğini düşündüm ama inan sebebini bilmiyorum.” Kız kılıcını indirdi. Kılıca bir kelime söyledi ve kılıç saate dönüştü.
“ Affedersin, beni takip edince senin bir canavar olduğunu sandım. Ben Chelsea. Beni takip ettiğine göre ve canavar değilsen o zaman sen melezsin. Harika.” Son kısmı çok heyecanlı söylemişti. Ancak melez ve canavar kısmını anlamamıştım. “ Melez nedir?” diye sordum. Chelsea “Benimle gelmelisin. Sana yolda her şeyi açıklayacağım.”
Otobüse bindik ve bana her şeyi anlattı. Melez tanrı çocuklarına denirmiş. Onun babası Dionisosmuş. Ve birde Yunan tanrıları gerçekmiş ve bende onlardan birinin çocuğuymuşum. Hah.. kim inanırsa buna?. Camdan dışarı baktım. Okuldan, evimden çok uzaktaydım. Bu işin içinde bir terslik olduğunu anladım ve “ Ben geri dönmek istiyorum.” dedim. Chelsea bana baktı.
“ Artık dönemezsin çünkü melez olduğunu öğrendin. Melez kokun benimle olduğundan daha da ortaya çıktı. Oraya dönersen canavarlar seni öldürür. Bunu yapmamam gerek ama al şu telefonu ve teyzeni ara. Ona her şeyi anlatabilirsin. Muhtemelen biliyor senin melez olduğunu.” . Ona bön bön bakabildim sadece. Telefonu aldım ve numarayı tuşladım.
Chelsea “ Ona Melez Kampına gidiyorum de” dedi. Melez Kampı mı? Bu da iyiymiş…
Telefon uzun bir süre sonra açıldı. Teyzem narin sesiyle “ Alo?” dedi. Boğazımı temizleyip söze başladım
“ Teyze ben Luna. Biliyorum meraklandırdım ama benim Melez Kampı denen yere gitmem gerekiyormuş. En kısa zamanda döneceğim söz.” D
dedim. Teyzemin ağladığını anlatım “Herşeyi biliyor musun?” . Ona ‘ Hayır sadece melez olduğumu biliyorum.” Dedim.
“Kendine iyi bak. Umarım bir daha görüşebiliriz Luna’m. Hoşça kal ve bir daha asla telefonla arama bizi. Bu çok tehlikeli” dedi ve kapattı.
Derin bir iç çektim. Chelsea mendil verene kadar ağladığımı anlamamıştım. Kısa bir süre sonra “ Geldik.” dedi. Otobüsten aşağı indik. Ormana doğru ilerledik. Orman buz gibi gelmişti bana. Bir çam ağacının üzerinde parıl parıl parlayan bir şey vardı. Bunu biliyordum mitoloji dersinden “ Bu Altın Post mu?” dedim. Chelsea kafasını salladı. Birden muhteşem bir yere geldik. Tarifi imkansızdı.
“ Bu..burası olağan üstü.” dedim. Chelsea sırıttı.
“Ben şuradaki kulübede kalıyorum. Bakalım sen kimin çocuğusun. Bu akşam sanırım kamp ateşinde açıklanır. Sen kamp müdürümüz Kheiron’a götüreyim. Onu görürsen korkma çünkü o yarı at yarı insandır.” . Tuhaf bir biçimde ona baktım ve Büyük Ev denilen yere yürüdük. Yarı at-yarı insan adam bizi evin önünde karşıladı. Chelsea kısaca ona olayları anlattı.
Kheiron sıcacık bir gülümseme yerleştirip “Melez Kampına hoş geldin, melez” dedi.