Alev alev yanan gözleriyle beni izliyordu. Karanlığın içinde loş bir ışığın altında teni parlıyordu. Uzun boylu, bronz renkliydi saçları. Yakışıklı, gizemli bir o kadar da soğuk bir yabancıydı… Elindeki bardağı sıkıca kavramış bana bakıyordu.
Sanki beni istiyor gibiydi. Elini uzatıp bana sahip olmak istiyordu.
Herkes müziğin ritmine kendini kaptırmış delice dans ediyordu. Ben ise olduğum yere çivilenmiş gibi yabancıyı seyrediyordum. Onun yaptığı gibi! Sanki bana bir yere kımıldamamamı söylüyor gibiydi.
Alev alev yanan gözlerine karşılık benim de kalbim delice atıyordu. Bir an sanki o da kalp atışlarımı duymuş gibi gülümsedi. Elinde duran su dolu bardağı dudaklarına götürüp küçük bir yudum aldı. Dudaklarının ıslandığını gördüm.
Müzik gittikçe yavaşlıyordu. İçimdeki ateş ise artıyordu buna paralel olarak. Kalbimin kontrolünü zaten bırakmıştım. Midem de bir şeyler oluyordu ama bunun yemekler yüzünden olmadığını biliyordum. Çünkü sabahtan beri tek bir lokma yememiştim.
Yavaşça bardağı masaya bıraktı. Bunu yaparken bir an olsun gözlerini benden ayırmamıştı. Dikkatli bir şekilde ilk adımını attı bana doğru. Kararsız gibiydi.
Ve o an ilk kez ateşle oynadığımın farkına vardım. Ateşe doğru ilerliyordum. Ateşle ilk tanışmamızı gerçekleştirmek için ne kadar da hevesliydim böyle! İçimdeki arzuya bir türlü karşı koyamıyordum. Acizdim onun karşısında! Ben acizdim!
İçimden bir ses oradan kaçmamı diğeri ise çenesini kapatmasını söylüyordu.Ateş gözlerimi şimdiden kamaştırmaya başlamıştı bile. Belki de ben ateşin içinde kaybolmaya başlamıştım.
Dudakları aralandı. Elini uzatıp ‘’Dans etmek ister misin?’’dedi soğuk ve kontrollü bir sesle. Gözlerinin o an yeşil olduğunun farkına vardım. Başımla onayladım.
Elimi tutup beni pistin ortasına çekti. Herkesin bakışları üzerimizdeydi. Kızların kıskançlık dolu bakışlarının altında ilk dansımız başladı bu yabancıyla.
Bir elini omzumdan belime doğru kaydırdı. Diğer eliyle elimi tutup beni kendine doğru çekti. Dokunduğu her yer yanıyordu.
Gözleri zaferle parlıyordu ama anlamadığım türden de bir acı vardı gözlerinde.
Yanıyordum; hem de tamamen… Vücudum küle dönüşüyordu bu yabacının elleri altında. Ama bir türlü bırakamıyordum elimdeki ateşi. Sanki ona ihtiyacım varmış gibi… Sanki onsuz yaşayamaz gibi…
Ne yapıyordum ben? Göz göre göre yok oluyordum. Tehlikeli bir oyunun başrol oyuncusuydum. Neden gözlerinden ayıramıyordum gözlerimi? Orada ne vardı? Ruhum vardı orada.
‘’Artık tanışma sırası geldi Gena.’’dedi kulaklarıma doğru eğilerek. Nefesi açık olan omzumu okşamıştı. Başımı kaldırdığımda gözlerinin yeniden alev alev yandığını gördüm. Üstelik benim ismimi de nerden biliyordu öyle? Başını eğdi ve alnını alnıma koydu. Gözlerini kapatıp birkaç saniye öylece durdu. Yüzü yüzüme çok yakındı. Herhangi bir harekette…
‘’Stefan’’diye fısıldadı. Nefesi tekrar yüzüme çarptığı anda irkildim ama başımı oynatmadım. ‘’Benim adım Stefan.’’ dedi gözlerini açarak.
‘’Senin için…’’sustu. Sanki söylemek istediği şeyden vazgeçmişti.
‘’Burada ne işim var bilmiyorum. Ama hala buradaysam –bu eziyete katlanıyorsam- bunu tek sebebi sensin!’’dedi soğuk bir sesle. Alnını alnımdan çekip soğuk dudaklarını alnıma bastırdı. Yüzüme doğru eğildi. Sonra aniden durdu.
‘’Ne yapıyorum ben böyle?’’dedi geri çekilerek. Beni kendinden uzaklaştırarak oradan ayrıldı. Ben ise arkasından şaşkınlıkla bakakaldım. Ona dur demeyi istiyordum ama yapamadım. Gözden kayboldu. Kalbimin duracağını sandım bir an ve ben de arkasından gitmeye karar verdim. Pisti geçip kapıya doğru yöneldim. Kapıdan çıktığım anda her şey değişti bir an.
Etraf korkutucuydu. Rüzgar bir kasırga gibi esiyordu. Ağaçlardan yerlerinden sökülecek gibi duruyordu. Baykuşların, yarasaların o iğrenç seslerini duyabiliyordum. ‘’Stefan!’’diye bağırdım karanlığın içine. Ama hiçbir ses yoktu. Her şey ürkütücüydü, korkuyordum. Sonra onu gördüm karanlığın içinde. Stefan’ı.
Oradaydı. Ama ellerinin arasında cansız bir beden yatıyordu. Korkuyla bir adım attım. Gerçekten oydu. Elindeki cansız beden bir insanın bedeniydi. O an çığlık atabilmeyi o kadar çok istedim ki. Ama korkudan yerimden kımıldayamıyordum.
‘’Gena.’’dedi ‘’İşte artık biliyorsun benim iğrenç bir yaratık olduğumu.’’elindeki cansız bedeni sere bırakıp bana doğru bir adım attı. O an çığlığı bastım.
Uyandığımda ter içindeydim. Sabah olmuştu. Elimde bir kitapla uyandım. Üzerimi değiştirip aşağıya indim ve arabama bindim. Her gördüğüm insanda onu arıyordum. Hala unutamamıştım onu. Stefanı! Ama hiçbir yerde yoktu. Okula vardığımda arabamı otoparka park ettim. Kapıyı açtım ve diğer koltuktan çantamı aldım. Arabadan indiğim anda birisi kulağıma doğru eğilip fısıldadı. ‘’Günaydın Gena!’’ dedi soğuk bir sesle. Ona doğru döndüğümde kımıldayamadım. Oydu. Bu Stefandı. ‘’Dün geceki kötü tanışma için üzgünüm.’’ Dedi
Umarım bişeye benzemiştir